28.7.09

dün gibi açık her şey. gün gibi de ortada.


temizlemeliyim her şeyi: oturduğun yatak. içtiğin su bardağı. kapı kulpları, pencere pervazı. balkonun demirleri. tren biletleri. posterler. kitaplıktaki kitapların yarıdan fazlası. kitap ayracı olarak kullandığım pena. masanın üzerindeki kağıt yığını. fotoğraf makinesinin objektifi. yastığımın ucundaki ıvır zıvırlar. bir sandalyenin üzerine atılmış olan tişört. bir gazete. bilgisayar klavyesi. eski bir not defteri. ve içindeki kelimeler. sehpanın üzerindeki cüzdan. dilimlenmiş bir elma. kieslowski'nin mavi-kırmızı-beyaz üçlemesi dvdsi. ay'ın aydınlık yüzü. senin karanlık yüzün. kırmızı kalem. oturduğumuz masa. masanın altına düşürdüğün kek parçası. banyodaki havlu. gidiş tarihimi işaretlediğim takvim. senin nefesin. yastık kılıfı. çarşaf. biriktirdiğim mektup zarfları. bir matematik kitabı. doğum günü hediyesi olarak yaptığın resim. mevsimsiz papatyalar. uzay-zaman boşluğuna dağılmış seslerimiz. kahkahalarımız. suçlamalarımız. itiraflarımız. yüzündeki ellerim. cam parçalarıyla dolu ağzım.


gözlerimin ardındakiler.. zihnimdekiler.. her şey temizlenmeli. her şey unutulmalı. hiçbir şey yaşanmadı.


kendime not: fotoğraf makinesinin içindeki filmi yak.



19.7.09

Mi Mismo,
Nasıl mısın, iyi misin? Geçen gün telefonda konuşurken sesin çok kötü geliyordu. Senin için endişelenmem gerekiyor mu gerekmiyor mu kestiremedim de aslında. Çünkü sana güvenim tam. Bir saat sonra gülümseyeceğinden eminim.. gibiyim.
Mektubunun telefon konuşmamızın ertesi günü elime ulaşması PTT'yi hala ve hala inatla kullanan ikimizin arasındaki bağın kilometreleri umursamadığını gösterir. Şair burada biz ikimiz çok bağlı bir şeyiz demek istiyor. Velhasıl geçen ayları, yılları da düşünürsen haksız sayılmaz bu şair.

Sana "Ben demiştim!" diye yaklaşanlardan olmayacağım, asla da olamam. Çünkü sen benim miroir'ımsın. Yıllar önce tanıdığım bir adam, kadının özüne bağlı olanı makbuldür demişti. Öz dediğimiz şey, kök işte, ne empati tanır ne sevgi ne de emek.. Ben senin öz'ünü biliyorum, küçük hanım. Söyleyeyim mi? Bir gelincik tarlasında.. Gelincikleri bilirsin, narindirler, çiçekleri hemen kopabilir, dikkat etmelidir. Hatta harika da bir oyuna yarar bu gelincikler: Gelinciği ters çevirip, toplu iğne ucu geçirirsen gelin olur, gelinciğin çiçeklerini koparırsan damat.. Bunları okuyunca güleceksin biliyorum, benim aklımın her köşesine evliliğin sinmiş olduğunu düşüneceksin. Doğru belki de. Böyle büyüdüğümü inkar edemem. Sen de kendini inkar etme.. ve insanların öz'lerini değiştiremeyeceğini..

Aslında yıllardır yaptığın da bu: İnsanları şekillendirmeyi seviyorsun. Hayatının önemli yaşlarını atlatıp da belirli bir dönemine gelmiş her "erişkin" buna karşı çıkar ama sen hayatı kendi kurallarını koyduğun bir evcilik oyunu olarak görmeye devam ediyorsun. Belki de hayatta hiç "bir şey"i gerçekten kaybetmediğin içindir. Üzülmediğin içindir. Bazen neyi düşünüyorum biliyor musun? Sen ve senin gibi insanlar için sevinç, üzüntü, aşk, nefret.. giyilecek kıyafet gibidir. Dolabını açarsın o gün ve bu hisse bürünmeye karar verirsin. Hayat bir tiyatro sahnesidir zırvasını söylemek istemiyorum ama laflarım dolaylı olarak oraya varıyor. Neyse, biliyorum ki bir gün ta içinden gelen bir şeyler hissedeceksin. İşte o zaman.. Her şeyi göze alabileceksin. Bir daha hislere bürünmeye ihtiyacın kalmayacak. Zaten bir daha eski sen de olmayacaksın.

Şu an, tam şu an, benim ne zaman eski ben'i yitirdiğimi düşünüp, net bir tarih bulmaya çalışıyorsun. Ben sana söyleyeyim hemen de yorulma: Beklentilerimi kaybettiğimde.. Sana bunu tavsiye etmiyorum çünkü hayatın bizatihi o kadar garip bir şey ki bunu sana istesen de istemesen de yaşatıyor. Hem de öyle bir yaşatıyor ki bir daha toparlanamazsın, ayağa kalkamazsın gibi geliyor başta. Bir daha kimseye güvenemezsin, kimseyi sevemezsin gibi geliyor. Ama sonra ne oluyor biliyor musun? Zaman'a sığınıyorsun. Susmaya sığınıyorsun. Susup da bir yaş daha büyümeye.. Bu bir erdem, biliyorsun.

Sana ne zaman bir şeyler yazsam böyle ucu bucağını kestiremediğim bir şeye dönüşüyor. Asıl amacım daha yenilerde okumayı bitirdiğim bir kitaptan alıntılar yapıp, seni neşelendirmekti. Hala amacımı gerçekleştirme umudundayım.
Kendini tartıp, balçıklardan kurtulmalısın. Sonra bıraktığı izlerden kurtul.. Buralara da yolun düşerse haber et, görmeni istediğim harika bir cafe keşfettim. Bir kahve içeriz. Konuşuruz. Hep yaptığımız bu zaten.

Sakinlik, huzur ve benzeri güzellikleri diliyorum Mi Mismo. Sakın unutma ki: Passing time takes too much time.
Zaman'ın ne menem bir şey olduğunu bir kez daha anlayacağız sanırım. :)


İmza: Beş harfle başladığım hayattaki baş harfim.




1

sahilde otuyorlar. biraz ilerideki çocukları izliyorlar. deniz o kadar dingin ki insanın burada huzuru bulmaması imkansız. kadınla adam aynı şezlongta oturuyorlar. adam ileriye bakıyor. kadın arkasında oturuyor adamın. sarılmış adama, göbeğine sarılmış. ben daha bir erkeğin göbeğine bu kadar sevgiyle sarılan bir kadın da görmedim. sen gördün mü? ben aslında öyleydim çünkü. baksaydın..

2

kitabın içerisinden çıkan ayracı görür görmez ağlamaya başlamıştı.

3

(...)
kadın durdu birden ve:
- ben seni aylarca beklemeye hazırdım ama sen bekleyemedin, dedi. adamın yüzü.. (...)

4

insan sabit bir şeylere inanmak istiyor. her an değişen ve ne yapacağını kestiremediği bir şeye değil. inancın devamında ise güven geliyor.

5

(...) düşgücüyle deliliği iç içe. deliliği tedavi edilseydi düşgücünü de yitirirdi. (...)

6

the vague and dreamlike world, without love, or heart, or passion, or sex, is the world i really care about and find interesting.

7

- bazen, ilk fırsatta bir araya gelsek ne hoş olurdu diye düşünüyorum. bir şeyler yazayım diyorum. sonra unutuyorum. (...) bir de çok farklı ve güzel bir adın vardı. bir gün söylerim belki diyordum. unuttum sanırım.

8

eski eşimden ayrıldıktan sonra güzel anıları nereye koyacağım konusunda zorlanmıştım en çok. evdeki eşyaları paylaşmıştık ve ben bende kalan eşyaları atmıştım bile. ama anılar ve anlar.. atılmıyor. insanın tam içinde bir yerlerde kalıyor. kavgalarımızı ve ona yabancılaştığım anları zar zor anımsıyorum oysa sevgi dolu anlar hep var. bir odada kalıyor, bir durakta, bir cevapta, bir gülümsede. böyle bir anda insan tam da şöyle yapıyor:

9

(Mi Mismo, işte bu da senin öykün.)



16.7.09

bir şey hoşuna gittiğinde gülümserdi.
gülümsediğinde dünyada bir beyaz delik açılırdı.
ben o yaz o beyaz delikten içeri atladım
.

birhan keskin

3.7.09

tık tık..

kapıyı açmalar. şaşırmacalar. suratlardaki ani gülümseme. gözlerin içindeki merak. belki bir fotoğraf. çıkırt. bugün bizim günümüz. bir anı olmalı, değil mi? kapıyı kapatmacalar. apartman kapısının önünde atılan bir kahkaha. belki ironi. hızlı adımlarla aşılan kaldırımlar. merakla süslü gülümsemeler. o an'ın gerçek olup olmadığını sorgulamalar. ama kime? ama kime? başımız üzerindeki güneş. harika bir deniz kokusu. mmm. anlatsana kendini. anlatayım kendimi. merhaba ben 17 yaşında bir ev kedisiyim, ya sen? işte bu cümlede sıra sana geçiyor, sakın unutma! atılan hızlı adımlar. sonra birden oturmaca. bir masa. bir ucu ben, bir ucu sen. konuşmalar. şaşkınlıklar. merakla beklenen o gülümseyi görebilme. konuşabilme. yeri gelince söylenen terimlerin birini bile anlayamamam. yeri gelince hissettiklerimin birini bile hissetmemen. akıp giden bir şehir. akıp giden saatler. belki de gelip bir yerlere tıkanan konuşmalar. belki de dinmeyen kahkahalar. üzülmeler. şaşırmalar. peki ya mutluluklar? merhaba, tanıştığıma o kadar memnunum ki anlatamam.

2.7.09

"you know what's wrong with you, miss whoever-you-are? you're chicken, you've got no guts. you're afraid to stick out your chin and say, "okay, life's a fact, people do fall in love, people do belong to each other, because that's the only chance anybody's got for real happiness." you call yourself a free spirit, a "wild thing," and you're terrified somebody's gonna stick you in a cage. well baby, you're already in that cage. you built it yourself. and it's not bounded in the west by tulip, texas, or in the east by somali-land. it's wherever you go. because no matter where you run, you just end up running into yourself."


teşekkür ederim paul amca. ağzıma da sıçtın hani.