22.2.09

The Eloise Fragments.

yüzüm yollardan geçiyor. arabalardan, evlerden, ellerden, ellerden. elim yüzlerden geçiyor. bilemiyorum. bir ev düşünüyorum.
seni seviyorum
seni seviyor..
seni sev..
seni..
sen..
bir ev düşünüyorum. içinde ben var.
seni sevi..
cümleleri bitiremiyorum. kalanlar ruhumda. hayır biraz aklımda. hayır biraz dünümde. hayır biraz yakınım. hayır yapma. hayır aklımda. hayır. ellerim. hayır. lütfen. hayır. biraz sorunum var. keşke. hayır. dememeliyim. hayır. yazmamalıyım. hayır. görmemeliyim. hayır. özlememeliyim. hayır. dokunmamalıyım. hayır. sarılmamalıyım. hayır. üzmeliyim. hayır. üzmemeliyim. hayır. özel biri olmak. hayır. isterdim özel biri. hayır. keşke. hayır. anlatmamalıyım. hayır. anlatmalıyım. hayır. dinle. hayır. beni. hayır. bana bak. hayır. bak dedim sana. hayır. sözlerime bak. hayır. gözlerime değil sözlerime. hayır. hayır.
sarı bir rüya görmek istiyorum. hayır. gömmek istiyorum. hayır. çavdar tarlası. hayır. holden? hayır. bu kadarı. hayır. tüm bunlar. hayır. çok. hayır. fazla. hayır. taşıyamıyorum. hayır. hayır. hayır.
susuyorum. aslında konuşuyorum. gülüyorum. aslında ağlıyorum.
çok zavallı ve yalnız. acı çekiyor mu, muğlak.

dünyaya tersten bakarken her şey daha güzel. güneş odama dalmaz. rüyalar kurtarıcım olur. rüyalarımda sen varsın. rüyalarıma geliyorsun sadece. sadece.
"
yaşam bir rüyadır, uyanmak ise bizi öldürür."
her sabah ayrı ayrı ölüyorum, duyuyor musun?

yaptıklarımı ve yapamadıklarımı birarada yaşıyorum.
ben hiç boğulmadım mesela.
ama ben öldüm.
ben hiç kitap yazmadım.
ama ben aşık oldum.

"
çok yalnız biri vardı, şehrin tüm pazartesileri ona kapalıydı ve diğer günleri de."

kapalıkapalıkapalı
en fazla bir, en az dokuzyüzotuzdokuz.

21.2.09

göz.

evimin sokağında bir sokak çocuğunun öldürüldüğü gündü. bilirsin, çocuk ölümleri kadar yıkıcı bir şey olamaz benim için. seni arıyorum. sesimin kötü halinden anlıyorsun. geliyorsun hemen. kahve filan yapıyorsun. aklımı o çocuk cesedinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun. kitaplığımın karşısında oturuyoruz. düşüncelerimi kitaplara yöneltiyorsun. oysa kapının öteki tarafında, sokaktan bir çocuk cesedi kaldırıyorlar. sahneyi tahmin edebiliyorum. sokağa su döküyorlar, kanlar gidiyor. peki ya kan kokusu. o çok ağırdır, bilir misin?

ecetemelkuran okumalısın, diyorum. hiç okumamışsın onu, bu tahmin edilebilir bir şey. oysa onu okusan, insanları ve hayatı sevebilirsin böylece. iç'ini dinlersin bir kez de. ben çocuklar için ağlayabiliyorsam... cümlemi bitirmeme izin vermeden konuyu dağıtmaya başlıyorsun. ondan konuşuyorsun. biraz da şundan. müzikten konuşuyoruz. gülüyoruz sonra. sen konuşurken reset düğmeme basılıyor sanki. birden yüzünü ellerimin arasına alıyorum. gözlerinin rengine ve belirginliğine bir kez daha hayran kalıyorum.

gözlerinin bana böyle bakmasını çok seviyorum. bir gün beni seveceğini söylüyorlar, diyorum.

oysa benim gözlerim çoktandır seviyor seni.
görmesen de..




kış'09.

8.2.09

pâle juillet.

yorgunuz. renklerindeki canlılığı kaybetmiş bir fotoğrafın içerisindeyiz. aylardan temmuz belki. temmuz, ikimizi de gülümseten bir ay. ama gülümsemiyoruz şu an. sen bana bakıyorsun. aslında bana da bakmıyorsun. allah bilir içimden geçip nerelere bakıyorsun. ama bana dikmiş görünüyorsun gözlerini. bakmakla görmek arasında fark vardır derler, ben sana başka bir şey soracağım: beni hiç duydun mu?
ben yüzümü pencereye çevirmişim. pencerede bir kuş, belki karga. e. olsa "yine boynunu göstermişsin" derdi. ne yapayım ama boynumu seviyorum. sen seviyor musun? sağa çevirmişim başımı ve sol omzumda bir çukurluk oluşmuş. orası vücudumun göğe bakma durağı.. böyle düşünürüm. hüzünlü mü duruyoruz? çok. bizi tanımayan biri görse "dünyanın en üzgün insanları" diye etiketlerdi bile bizi. bir domatese bakıp ağlayabildiğimizi düşünürdü. veya ayrılmak üzere olduğumuzu düşünürdü. hatta emindir bundan.
ne komik!


oysa sen gelmedin bile. "hoşgeldin" diyemedim ki..

5.2.09

market.

bir yumuşatıcı her zaman yumuşatıcı değildir.
kavga etmeye başlıyoruz. sen gerginsin, bense doğuştan haklı. ama beni kırmaktan korkuyorsun. uzay heparı'nın gecemelekvebizimçocuklar'da dediği gibi; "çok, çok"..
biraz yürüyelim mi diyorsun.
hayatı boyu yaptığı tek spor yürümek olan bir insana sorulmayacak soru aslında bu.
yürüyoruz.

babanın askerliği istanbul'a uzak bir şehirde yapması gerekiyormuş. o sıralar annenle evlilermiş. annen de master yapacakmış aslında ama baban "benimle beraber geleceksin" demiş. annen eğitim fırsatını tepip [baban bencilliğini gösterip] babanla beraber gitmiş.

gözlerine bakıyorum. bir şeyler göze alınmadan evlilikler yürümüyor, biliyorum. sen de biliyorsun. biz çok şeyi göze aldık. ben annemi göze aldım. sense bendeki deliliği. eskiden annem "babandan iyisini bul da görelim" derdi. artık demiyor. artık susuyor. artık yok.

eskiden hayal kurardık. evlilik hayali. çocuğumuzun ismi ne olsun hayali. iş hayali.. artık hayallerimiz ortak değil ve bu beni öldürüyor, diyorum.
biliyorum, diyorsun. özlüyorum.
özlüyorum.

sonra "yeter artık bu kara bulutlar dercesine" [çünkü aramızda melankolik olan ben, arabesk olan ise sensin] sarılıyorsun bana. sen sarılınca bana, ayaklarımı-kollarımı kesseler bile gıkım çıkmaz sanki.
ve ikimizi de yıllar öncesine götüren bir şarkı söylüyorsun. hani şu fotoğraflı olan. gülümsemeden duramıyorum. çünkü şarkıcı ciddiyetinde söylüyorsun bunu. öyle güzelsin ki. böyle anlarda gözlerimi kapatırım hemen. sanki sana öyle çok bakmış olacağım ki bu açgözlülükten sayılacakmış gibi gelir. gelsin istemem. eve dönerken markete uğruyoruz. tüm yumuşatıcıların kokularına bakıp lavantada karar kılıyoruz. senin gömleklerin lavanta kokacak, düşünebiliyor musun bu güzelliği? senin ve benim için gülümsüyorum. içimden o şarkıyı mırıldanarak.. fotoğraf makinem ne yazık ki evde kalmış.