27.9.09

kaybolursan şarkı söyle. dönersen ıslık çal.

senin için
ıslık çalamam
ama
şarkı söyleyebilirim
parmak şıklatabilirim
dans edebilirim
şemsiyemi açabilirim
orada durabilirim
ütü getirebilirim
sobayı yakabilirim
portakal soyabilirim
içki koyabilirim
öpebilirim
kahve yapabilirim
inci küpem yok ama küpe atabilirim
çamura yatabilirim
saçımı zaten ben kesiyorum, kesebilirim
karnını tekmeleyebilirim
ritm tutabilirim
misal

2007 yılında tanıştığım mabel'in bir şiirinden esinlenerek yazılmıştı. yıl yine 2007.

22.9.09

unutmayın ki bayım
siz uykuyla zaman kaybettiğimizi düşünürken
biz rüyalarımızın en güzel yerinden
size sesleniyorduk
fısıldıyorduk adınızı
adınız
kendi adımızdan çok
içimize işlemişti
başharfimizden
başharfinize
yazılmamış mektuplar
ve yapılmamış telefon konuşmaları
ve yapılmış aptallıklar
hayır bir kere beyfendi
bizim aptallığımız bile
tam size göreydi
daha yapmadığımız
o kadar çok şey var ki
işte bu yüzden
sırf bu yüzden
uyumak bize iyi geliyor
size iyi gelmediği gibi
ve işte
size sesleniyorduk
fısıldıyorduk adınızı
mamafih
duymadınız
-derken bile-
çok da fifi.

17.9.09

In Limbo.

Bir adım atsam ileri,
ellerim arkada kalıyor
Aklım anılarda
ellerim yüzünde kalıyor
Aklım demiyor
ben diyorum. demiyorum, yağmur diyor.
Alışkanlıklarımı yırtıyorum
Aynalara bakamıyorum
Tanıdığım en tembel insan oluyorum
Sonra eşyalarımı topluyorum
duvarları söküyorum
duvarlara yazdığım ismi siliyorum
günün aydınlanmasını bekliyorum
kayboluyorum.
Eylül çok muğlak bir ay
ne adadayım, ne kıyıda..
sonra:
ben seninle uzun bir araf yaşadım
ölümlere gittim geldim diyor
hatta sonra
...
üzgünüm henüz bir adresim yok
üzgünüm henüz bir biletim yok
üzgünüm henüz cesaretim yok
üzgünüm henüz bir şiirim yok
üzgünüm.
diyor.
sonra
she left home.. she really did.

13.9.09

.what's broken can always be fixed,
and what's fixed will always be broken.



E. ile ayrılıp, hayata "dur!" komutu verdiğim zaman aralığında çok garip bir olay yaşamıştım. sebepsiz geldi aklıma, anlatayım.

süperbabam bana bir kıyak geçip uzun zamandır istediğim daireyi tutmuştu. bir çatı katındaydı bu daire. süperannem ise telefonun diğer ucundan bana şuangezmekteolduğu ülkelerden bahsedip, national geographic channel izlememe gerek kalmaksızın dünya turu yaşatıyordu bana. yine böyle zamanlardan bir gün, Ann'in hediyesi olan çerçeveleri nereye yerleştireceğime karar verirken bir telefon geldi. hiç kıramayacağım bir arkadaşımın arkadaşı olan B. özel yetenek sınavına girmek üzre kentimize arz-ı endam edecekmiş lakin kalacak yeri yokmuş ama izin verirsem bende birkaç gün kalabilir miymiş? hay hay dedim. hiç sorun etmem bu tarz şeyleri. hatta evinde kimlerin yatılı olarak kaldığını bile bilmeyen ev sahiplerine gıptayla bakarım. komün yaşamı da severim hani. bir de sanırım artık E. de olmadığına göre hayatta iyilik yapmak dışında bir amacım kalmamıştı.

B. geldi. ben aslında onu bir kız olarak bekliyordum lakin yüniseks isim azizliğine uğramıştım. ama sorun değildi yani, neticede o benim misafirimdi. bir sahil kasabasından geliyormuş, çizim yapıyormuş vesaire vesaire. İnsanları dinlemeyi severim ama o sırada aklım E.'ye takılıp kalmıştı. kaç gündür online olduğunu görmemiştim internette. ne olmuştu, nereye kaybolmuştu? elbet ses edeceği gün gelecekti. en olmadı annesine arar sorardım. ya da sormazdım. bilmiyorum, hala garip geliyor biliyor musunuz? sadece bir an'a bakıyor her şey. bir an önce o kişinin her şeyiyken, bir an sonra hayatının dışında bir yere savruluyorsunuz. kaç yaşına geldim, kaç ilişki atlattım hala alışamadım. kusura bakmayın. akıl almıyor. o iyelik ekleri nasıl bir anda kayboluyor? peki o söylenmiş sözler? en çok da fotoğrafların yok oluşu üzüyor beni. ama bunlar oluyor işte. hayat..

iyi bir ev sahibi olduğumu düşünüyorum. gece üçe kadar ay'ı ve yıldızları izleyip, öğlen 1 gibi uyanıp, akşamları da dışarıda oluyordum. B. ise ona ayardığım odasıyla şehrimizin sokakları arasında mekik dokuyordu. 24 saat sıcak suyun bulunduğu evimizin bir diğer kıyağı da kafein bağımlılığım sağolsun kahvenin daima taze olarak bulunmasıydı. kafein bağımlılığı demek de garip aslında. annem duysa çok kızar. hiçbir tür bağımlılığa inanmıyor lakin babama ne kadar bağlı olduğunu görmek beni gayet de güldürüyor hani. sahi annem gezerken falan, babam nerelerdeydi?

çok nadir konuştuk açıkçası B. ile. böyle kıvır saçlı, renkli gözlü genç bir çocuktu. hatta yaşıttık diyebilirim ama ben salağı E. sayesinde 2 kat yaşlanmış, kazayağı bölgesi kullanmalık yaşa gelmiştim bu yüzden B. ile yan yana durduğumuzda akranlık durumumuz belli olmuyordu. onun içinde bu şehre ve önündeki günlere ait sonsuz umudu vardı. bu umut mavi gözlerine de yansımıştı, pırıl pırıl bakıyorlardı. ben ise.. yorgundum. bayan doğuştan yorgun. hı bir de frijit olduğuma dair saplantılı düşüncelerim vardı o dönem -ki çok zor yıktım bu düşünceyi hani.

telefonda evimize temizliğe yemeğe gelen teyzeden yemek tarifi alıyordum. kremalı mantar çorbası yapmaya çalışıyordum zira. B. de banyodaydı. bana seslendi. Bilmemne teyzeye biraz sonra telefona döneceğimi söyledim ve banyoya gittim. Efendim dedim. Geçen gün kazara defterlerini okumuş oldum dedi utanarak. Lan koskaca defter onlar, hadi aralarında küçük olanlar da var ama nasıl bir yanlışlık bu dedim. Şu anki ruh halini anlıyorum dedi. O zaman E.'yi de anlamış olduğunu fark ettim. Onun gözünde şimdi bir eski sevgilisini unutamamış yapışkan kız oldum diye düşünürken "Ben gidiyorum bugün. Sınava sabah girdim. Sonuç ne olacak bilmiyorum. Sadece.. seni seviyorum. Bunu düşünebiliyorum. " dedi. Gözlerinin mavi ve umut dolu olduğunu söylemiştim, değil mi?
sarıldım, sımsıkı. E. giderken ona dur diyememem yerine sarıldım. babamın annemi ağlattığı zamanlarda anneme sarılamadığım gibi sarıldım. boşanmalarının yarattığı sarsıntıda ne yapacağımı bilmez hallerimde sağa sola çarpışlarımı anımsayıp sarıldım. gerçekten sarıldım. içten. içimden.
sonra çantasını aldı ve gitti.

5.9.09

eylül bir.

anneyle bir süredir düşüncelerimizi bir saksıya dolduruyoruz. üzerini toprakla örtüyoruz. sonra anne arkasını döndüğünde ben suyu döküyorum toprağa. saksıdaki çiçeği çok sularsan, köklerinden oksijen alamaz ve ölür. bu biyolojik bir gerçek ve lise mezunu her insanın bilmesi gerek aslında. düşüncelerimizi, aklımızdaki hastalıklı fikirleri öldürmeye çalışıyorum. bu olayda annenin görevi arkasını dönüp, olan biteni görme-miş gibi yapmak. biz ailece çok temiziz, çok harika insanlarız. onun görevi insanları buna inandırmak.
çiçeklerimiz soluyor.
düşüncelerimiz sönüyor.
gün geçtikçe, gün battıkça, gün aydınlandıkça
yeni şeyler oluyor
gerçekten de "beş dakkada değişir bütün işler"
çiçeklerimiz soluyor
düşüncelerimiz sönüyor
gözyaşlarımız kuruyor
günler geçiyor
günler yaklaşıyor
saksılarımızı kediler kırıyor
şarkılar geçiyor
eylül 1 diyor
istanbul'a yağmur düşüyor
sonrası çekimli eylemler ve
francophone olma çabası:

pour rester auprés de toi, je voudrais étre le réve.