5.2.09

market.

bir yumuşatıcı her zaman yumuşatıcı değildir.
kavga etmeye başlıyoruz. sen gerginsin, bense doğuştan haklı. ama beni kırmaktan korkuyorsun. uzay heparı'nın gecemelekvebizimçocuklar'da dediği gibi; "çok, çok"..
biraz yürüyelim mi diyorsun.
hayatı boyu yaptığı tek spor yürümek olan bir insana sorulmayacak soru aslında bu.
yürüyoruz.

babanın askerliği istanbul'a uzak bir şehirde yapması gerekiyormuş. o sıralar annenle evlilermiş. annen de master yapacakmış aslında ama baban "benimle beraber geleceksin" demiş. annen eğitim fırsatını tepip [baban bencilliğini gösterip] babanla beraber gitmiş.

gözlerine bakıyorum. bir şeyler göze alınmadan evlilikler yürümüyor, biliyorum. sen de biliyorsun. biz çok şeyi göze aldık. ben annemi göze aldım. sense bendeki deliliği. eskiden annem "babandan iyisini bul da görelim" derdi. artık demiyor. artık susuyor. artık yok.

eskiden hayal kurardık. evlilik hayali. çocuğumuzun ismi ne olsun hayali. iş hayali.. artık hayallerimiz ortak değil ve bu beni öldürüyor, diyorum.
biliyorum, diyorsun. özlüyorum.
özlüyorum.

sonra "yeter artık bu kara bulutlar dercesine" [çünkü aramızda melankolik olan ben, arabesk olan ise sensin] sarılıyorsun bana. sen sarılınca bana, ayaklarımı-kollarımı kesseler bile gıkım çıkmaz sanki.
ve ikimizi de yıllar öncesine götüren bir şarkı söylüyorsun. hani şu fotoğraflı olan. gülümsemeden duramıyorum. çünkü şarkıcı ciddiyetinde söylüyorsun bunu. öyle güzelsin ki. böyle anlarda gözlerimi kapatırım hemen. sanki sana öyle çok bakmış olacağım ki bu açgözlülükten sayılacakmış gibi gelir. gelsin istemem. eve dönerken markete uğruyoruz. tüm yumuşatıcıların kokularına bakıp lavantada karar kılıyoruz. senin gömleklerin lavanta kokacak, düşünebiliyor musun bu güzelliği? senin ve benim için gülümsüyorum. içimden o şarkıyı mırıldanarak.. fotoğraf makinem ne yazık ki evde kalmış.